ÇAGDAŞ HEMŞİRELER DERNEGİ NE HOS GELDINIZ
   
  ÇAĞDAŞ HEMŞİRELER DERNEĞİ
  İğde ağacından yayılan devrimin kokusudur
 

İğde ağacından yayılan devrimin kokusudur - İnönü Alpat

  06 Nisan 2009 -  İnönü Alpat

Bu satırları, “İğde ağaçlarını savunmak” başlıklı yazının devamı saymalı. Çünkü yerel seçim ve solun hali pür meali üzerine bir tek yazıyla yetinmek mümkün değil. Çünkü memleketin tamamına yakınının sağın farklı renklerinin hâkimiyeti altında olduğunu tescil eden seçim sonuçlarının yol açtığı panik havasına karşı iki çift laf söylemek gerekiyor.

İlk laf, orta yerde paniğe girecek kadar büyük bir kötülüğün olmadığıyla ilgili. Son yerel seçimde ağırlıkla MHP’ye, SP’ye giden oylarla AKP’nin gerilemesi, sağın alternatifinin yine sağ olacağını belli etmiş, solun bir bütün olarak toplumsal desteğini kaybettiği, CHP’nin yüzde 23 düzeyindeki oy oranının ise iç rahatlatıcı olmaktan epey uzak olduğu dile getirilmiştir.

İkincisi ise paniğe kapılanlara yanlış nedenle bu duyguyu yaşadıklarını hatırlatmaktır. Eğer sandık sonuçlarını baz alırsanız, eğer 4-5 senede bir yapılan seçimlerin solun “boy ölçüsünü” ortaya çıkardığını düşünüyorsanız; kendi boyunuzu sandıktan çıkan oylarla ölçüyorsanız; boy ölçmek için bir başka kriteriniz yoksa; sakıncası da yok paniğe kapılabilir, “bu memleketten, bu halktan bir şey olmaz” diyebilirsiniz.

Dolayısıyla bu yazıya iki ara başlık gerekiyor.

İyimser olmak için bir neden

Her şeyden önce bu satırların yazarı iyimserdir; şahsi memnuniyeti için şimdiye kadar yapılan seçimlerde solun ulaştığı oranları kâfi görmektedir. Sabra sığınarak bunları paylaşmak, hafıza tazelemek istemektedir. Hem de bu hafıza tazelemesini, devrimci hareketin yaygın kitlesel bir güce ulaştığı 1970’lere kadar götürerek yapacaktır ki, “ne muhteşem çocuklardık” o yıllarda, şimdi bittik, dibe vurduk yanılgısı az biraz olsa da hafiflesin. Bu ara başlıkta, 12 Mart 1971 askeri darbesinden hemen sonra 1973’te yapılan genel seçimlerden bu yana solun aldığı oylar ve oy oranları ele alınmış; sol saflara; sosyal demokratlar/Kürt hareketi/sosyalist sol, yani kendisini solda gören, kamuoyu tarafından sol olarak bilinen tüm partiler dâhil edilmiştir.

Şimdi seçimlere ve seçimlerde solun aldığı oylara bakalım: Yıl 1973’tür. Ülke 12 Mart askeri döneminden çıkmıştır ama faşist, baskıcı dönem bütün ağırlığı ile varlığını sürdürmektedir. Seçimlerde CHP yüzde 34,45 oranında oy almıştır. CHP Genel Başkanı Ecevit’in “Karaoğlan” olarak nam salmaya başlaması ve CHP’nin 12 Mart döneminden hesap soracağına dair yaptığı vurgu onu birinci parti yapmış ancak tek başına iktidar olanağı sağlamamıştır. Bu yüzde 34,45’lik oyun içinde Kürt hareketinin olduğu, Güneydoğu oylarının ağırlıkla CHP’de biriktiği, devrimcilerin ise hala cezaevlerinde tutulduğu unutulmamalıdır.

“Kıbrıs Barış Harekatı”ndan sonra yapılan 1977 seçimlerinde ise, açık ki Kıbrıs konusunda hassasiyet taşıyan kesimler CHP’ye yönelmiş, “Kıbrıs Fatihi Ecevit”in partisi CHP oylarını yüzde 41,92’ye çıkartmış, o tarihten bu yana sol bir daha 40’lı oranları görememiştir. Yine bu dönemde Kürtler ağırlıkla CHP içindedir ve seçimler sosyalist solun, devrimci hareketlerin ilgi alanının dışındadır.

12 Eylül kapıya dayanmıştır artık. 12 Eylül’ün ne menem bir şey olduğu konu dışıdır. Bu nedenle 12 Eylül’ün nasıl bir Türkiye yaratmayı hedeflediği ve hangi oranda başarılı olduğuna dair değerlendirme yapılmayacaktır. Dolayısıyla biz dikkatimizi 12 Eylül sonrasında, 1983’te yapılan genel seçimlere çevirelim: 1983 seçimlerinde solun tek alternatifi olan Halkçı Parti’nin oy oranı yüzde 30,36’dır. Yani tersten söylersek, memleketin yüzde 69,64’ü sağ partilere meyletmiştir. Solda mühür basılacak tek yuvarlağın olduğu bir sonraki seçimde ise solun oyu yüzde 33,27’dir ve bu oranın içinde solun tüm renkleri ve Kürt muhalefeti bulunmaktadır.

1990 ile birlikte sol içinde başka arayışlar başlamış, sosyalist sol ve Kürt muhalefeti kendi çatısını oluşturmuş, yeni sol/ sosyal demokrat partiler kurulmuş, sol artık deyim yerindeyse, çok partili döneme geçmiştir. 1991 seçimlerinde solun toplam oyu yüzde 31,90’da kalmış, 1995 seçimlerine ise sol yine parçalı girmiş ve yüzde 30,22’lik bir oranı ancak yakalamıştır.

Solun ve sosyal demokrat partilerin 12 Eylül sonrasında zirve yaptığı seçim ise 1999 yılında yapılan olmuştur. 1999 seçimlerinde alınan yüzde 36,92’lik payda, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının DSP’ye kazandırdığı oyların etkisini reddetmek mümkün değildir. Sonrasında DSP’nin neredeyse yüzde 1’lere kadar gerilemesi, o günkü oyların büyük kısmının emanet olduğunu göstermektedir. Solun oyları 2002’de yüzde 29,02, 2007’de de yüzde 26,16 olmuştur. 2009 yerel seçimlerinde ise sol/ sosyal demokrat/DTP oylarının toplamı yüzde 32,37’dir.

Bütün bu oranların izahı şudur: Öcalan’ın yakalanmasının oy getirdiği seçim dikkate alınmazsa, ki almamak lazım, 12 Eylül’den bugüne kadar yapılan seçimlerdeki en yüksek oy oranı 32.27’dir. Bu oran 2009 seçimleriyle (32,37) hemen hemen aynıdır. Yani sol 12 Eylül’den çıkışta sandıkta hangi oranda yaygınsa bugün de aynı yaygınlığa sahiptir.

İzaha devam ediyorum: Memleketin genel hali 1973’ten bu yana değişmemiştir. Türkiye, sağ oyların yüzde 70’lerde, sol oyların ise yüzde 30’larda seyrettiği bir ülkedir. Dikkat çekilmesi gereken nokta, devrimci hareketin düzene alternatif haline geldiği 1970’lerin ikinci yarısında bile bu oranların aşağı yukarı aynı olduğudur.

O halde gözümüzü sandıktan çıkan oylara, memleketin ne kadar AKP’li olup olmadığına, AKP’den kaçan oyların başka gerici-faşist-Amerikancı partilere gidip gitmediğine, bir sağ partinin, diğer sağ partilerin oylarını erittiğinde yüzde 50’lere dayanmasının büyük bir sürpriz sayılıp sayılmayacağına dair tartışmalara değil, kendimize; sola, devrimcilere çevirmek durumundayız.

Ya iğde ağacı dikeceğiz ya da iğde ağacına ‘gölge etme’ diyeceğiz

Ara başlıktaki karar bir tercih nedenidir. Kimseyi tercihi için sorgulamak haddimiz değildir. Ancak şu çağrıyı yapmak hakkımızdır: Gelin iğde ağacı dikmekle simgeleşen devrimci siyasetin neferi olun. Gelin devrimin neferi olun. Gelin zaman kaybetmeden iğde ağacından yayılan devrimin kokusunu ciğerlerinize çekin.

Ya iğde ağacının farkına varacağız ve ona sığınacağız ya da iğde ağacına gölge etme diyeceğiz. Karar bizimdir.

Memleketin her zamanki oranlarda sağ ve sol olarak ayrıldığı bir dönemde hüküm süren devrimci hareket iğde ağacı yarattığı için iz bırakmıştı.

Devrimci Yol iğde ağaçlarından oluşan bir adaydı; Fatsa bir iğde ağacıydı, Tuzluçayır da öyle. ÖTK bir iğde ağacıydı, Yeraltı Maden İş de öyle.

Tartışmayı, kimin ne kadar oy aldığından, kimin gerileyip, geliştiğinden çıkarıp, solun iğde ağaçlarından bir ada yaratmak niyeti taşıyıp taşımadığını noktasına çekmek gerekiyor.

Bu çağrıyı yapmak hakkımızdır: Eğer iz bırakılmak isteniyorsa unutulmamalı ki, sandıktan çıkan sonuçlarla başlayıp biten bir hayata mahkûm etmemeli insan kendini; daha ne duruluyor, iğde ağacı dikecek memleket toprağı bulmak için.

Geçen yazıda iğde ağacı imgesinin öyküsünü aktarmıştım. Dikmen Vadisi bir iğde ağacıdır. Biliyorum, iğde ağacı fidelerinin dikildiği başka örnekler de vardır. Toplam sol oyların yüzde 32,37 olduğu bir zaman diliminde de yapılabilir bu. Türkiye topraklarında ekilen iğde fidelerini sulayacak devrimci bir damar bulunmaktadır. Yeter ki tercihimizi, iğde ağacından yana kullanalım.


2009 Dünya Kadınlar Günü 


2009 Dünya Kadınlar Günü Via Campesina Uluslararası Kadınlar Komitesi Deklarasyonu- Duygu Kasdoğan* (Üzüm Sen)

  10 Mart 2009 -  

2009 Dünya Kadınlar Günü
Via Campesina Uluslararası Kadınlar Komitesi Deklarasyonu

Biz, farklı beş kıtadan gelen çiftçi kadınlar olarak Güney Kore Seul’de, Via Campesina Uluslararası Kadınlar Komitesi bağlamındaki toplantıda bir araya geldik ve aşağıdaki deklarasyonu açıklıyoruz;
8 Mart Uluslararası Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle, insan haklarını göz ardı ederek piyasanın çıkarlarına öncelik veren kapitalist ve ataerkil dünyayı değiştirmek için harekete geçme konusunda istekliliğimizi tekrardan bildiriyoruz.

Kadın çiftçiler olarak, tüm haklarımıza saygı duyulmasını talep ediyoruz. Saygın ve şiddetsiz bir hayat, ve cinsel ve üreme haklarımıza saygı duyulmasını talep ediyoruz. Gıda egemenliğine ulaşmak için mücadele ediyor ve mevcut gıda ve iklim krizlerine tek alternatif olarak aile tarımcılığını savunuyoruz. Reel bir tarım reformu yapılmasını ve biyoçeşitliliğin gözetilmesini istiyoruz.
2008 Ekim’de gerçekleşen 5. Via Campesina Konferansı sırasında Mozambik, Maputo’da şiddete maruz kalan kadınlar için uluslararası bir kampanya başlattık.
Kore’deki bu toplantıda isteklerimizi yeniden belirtiyoruz:

-Kadınların baskıdan kurtulması için verilen mücadeleyi ve örgütümüzü her seviyede güçlendirmek

-Toplumsal cinsiyet eşitliğine ve kadınların her alanda karar alma süreçlerine katılımın sağlanmasına öncelik vermek

-Örgütlerimiz içinde eşitliğin sağlamak

-Kadınlara yönelik her türlü şiddeti sonlandırmak ve sessizlik kültürünü kırmak

-Adil ve eşit olan küresel bir toplum yaratmak

Barış ve adelet için mücadele eden tüm kadın ve erkekleri; fiziksel, cinsel, ekonomik, çevresel, süzlü, psikolojik her türlü şiddeti sonlandırmak için alınan acil önlemlere katılmaları için çağırıyoruz.
Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Filistin’deki çiftçi kız kardeşlerimizi ve aynı zamanda çatışma ve savaştan muzdarip olan diğer tüm ülkelerdeki kadınları destekliyoruz.
Biyoçeşitliliğe zarar veren, toprağı çalan, çevresel felaketler yaratan, toplu göçlere ve aile tarımcılığının yok olmasına yol açan tüm uluslararası şirketlerin yıkıcı faaliyetlerini kınıyoruz.
Sosyal, kültürel, etnik veya toplumsal cinsiyet bazlı olsun, her türlü eşitsizlik en kısa zamanda sonlandırılmalıdır.
İnsan hakları ve kadın haklarını onaylayan, her insanın hakkına değer veren bir toplum kurulana kadar mücadele edeceğiz.

Çeviri:Duygu Kasdoğan


Tarımsal üreticiler kırlardan şehirlere doğru yol almaya başladı-


Tarımsal üreticiler kırlardan şehirlere doğru yol almaya başladı- Mustafa Eberliköse

  20 Ekim 2008 -  Mustafa Eberliköse

Tarımsal üreticiler kırlardan şehirlere doğru yol almaya başladı- Mustafa Eberliköse

Bugünlerde AKP’nin, tarımsal üreticilerle başı dertte. AKP’nin tarım politikaları ve tarımsal üreticilere yönelik tavrı tepkilere neden oluyor. Baştan söylemek gerekirse AKP bu tavrı aslında hiç de öyle rastgele takınmıyor. Tarımsal üreticilerden geleceğini tahmin ettiği tepkileri baştan kesmeye çalışıyor. AKP’ye dönük tepkiler giderek artma eğiliminde.

AKP başından beri hep tüccarın ve tekellerin yanında yer aldı. Fındık tüccarı Cüneyt Zapsu hükümet sayesinde fındığı ucuza kapatıp, pahalıya sattı. AKP’nin düşük taban fiyatı uyguladığı şeker pancarı gibi tarımsal ürünlerden en çok faydalanan Ülker, Cargill gibi gıda tekelleri. Bu tekellerin AKP ile ideolojik yakınlığı ve ortaklıkları hiç de tesadüfi bir durum değil.

Peki AKP’nin başı neden tarımsal üreticilerle dertte olsun?

Tarımsal üreticilerin hükümetlere karşı eylem yapmaları bazı zamanları çıkarırsak çok alışık olduğumuz bir durum değil. Dikkatimi çeken konu, tarımsal üreticilerin son günlerde kendi tarzları dışında geliştirdikleri eylem biçimleri ve konuları oldu. Muhafazakar yapılarından dolayı yıllardır sağ iktidarların beslendiği bu kesim, bugünlerde kendi sınırlarını zorlayan işler yapmaya başladı. Tarımsal üreticiler, hükümeti protesto etmek için, yolları trafiğe kapatıyor, Meclis önüne gidiyor, ürünlerini yollara döküyor ve en dikkat çekici gelişmelerden bir tanesi de doğaya sahip çıkıyor.

Hükümetin açıkladığı fındık taban fiyatlarını protesto eden Sakarya köylüleri E-5 Uluslararası Karayolunu ve Gaziantep Cerityeniyapan köylüleri yakınlarında kurulan taş ocaklarının tarlalarına zarar verdiği gerekçesiyle Gaziantep-Adana Karayolu’nu trafiğe kapattılar. Yapılan iki eylemin kısa zamanlı olması nedeniyle etkileri fazla hissedilmedi ama bir eylem tarzı ve tekniği geliştirilmesi bakımından önemli bir değere sahip.

Yıllarca yalnızca Bergamalı köylülerde gördüğümüz çevre duyarlılığını, artık hergün Anadolu’nun bir tarafından duyuyoruz. Balıkesir’de bulunan Kaz Dağlarının çevresinde yer alan tarımsal üreticiler tarihin en büyük çevre mitinglerinden birini yaptı. Kaz Dağları’na sahip çıkan üreticilerin mitingine 20 bin kişi katıldı. Karadenizli tarımsal üreticiler ise akarsularının satılmasına karşı kitlesel eylemler yapmaya devam ediyorlar. Fındıklı’da yapılan ‘Derelerimize Sahip Çıkıyoruz Mitingi’ne 8 bin kişi katıldı. Manisa Develi köylüleri, köylerine yapılacak ‘katı atık bertaraf tesisi’ne karşı köylerinden seslerini duyuramayınca soluğu Meclis önünde aldı. Meclis önünde yarı çıplak yaptıkları eylemi, tabut taşımak gibi görüntülerle renklendiren Develiler, aynı zamanda ürünlerine düşük fiyat verilmesini de protesto etti.

Tarımsal üreticiler tepkisel ama örgütsüz eylem biçimlerine de sahipler. Bazı fındık üreticileri bahçelerindeki ağaçları kesti, topladıkları fındıklarını benzin dökerek yaktı. Bolulu domates üreticileri ise topladıkları domatesi, fiyatları 10 kuruşa düşünce satmak yerine yollara dökerek tepkilerini gösterdiler. Manisalı üzüm üreticisi gönül verdiği, oy verip iktidar yaptığı partisinin uyguladığı tarım politikalarını ilçe kongresinde protesto etti. Ona da Mersinli üreticiye verilen tepki verildi, önce aşağılandı sonra yaka paça salondan çıkarıldı.

Evet AKP’nin tarafı tarımsal üreticilerle tüccar ilişkisinde gayet net. Tekellere yumuşak AKP hükümeti köylüye karşı külhanbeyli oluyor. Gözünüzü toprak doyursun diye azarlıyor, aşağılıyor. Baştan dediğim gibi AKP hiç de kendiliğinden bu tavrı sergilemiyor. Çünkü ortada AKP’nin korktuğu benimse umutla seyrettiğim kıpırtılar var.

Tarımsal üreticiler, yarattıkları eylem zenginlikleriyle ortak eylem yapabilme, toplumsal dayanışmayı artırma özelliklerini geliştiriyor. Haklarının farkına varıyor ve talep geliştirmeye başlayarak toplumsal muhalefete katkı sunuyorlar. Son söz olarak, tarımsal üreticiler kırlardan şehirlere yol almaya başladılar diyebilirim sanırım.

 

 
   


BAKANLIKLAR RESMİ KURUMLAR
HUKUK VE MEVZUAT ASKERİ LİNKLER
DERGİLER
TELEVİZYONLAR
AJANSLAR
ULUSAL GAZETELER
İNTERNET HABER PORTALLARI
ÇEŞİTLİ

101 FAYDALI LİNK

Dünyamız

Sağlık

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol